Birinci Dünya Savaşı sonrası kurulan düzen üzerinden yaklaşık 100 yıl geçtikten sonra görüldü ki, artık bu düzenin ne etken ne edilgen unsurlarınca yürütülmesi mümkün olmayacaktır. Bu düzenin kuruluşunda etken durumda olan egemen güçler için ayrıntıların hiçbir önemi yoktu. O kadar ki haritaları dahi oturup masa başında çizebiliyorlardı. Ve ülkelerinin ortalarından kıyısından köşesinden kocaman devletler arası sınırlar çizilen milletler, ne olduğunu bile anlamadan bölünmüş oldular. Önce böldü parçaladılar sonra akbabalar gibi üşüştüler mazlum coğrafyalara. Afrika’da Ortadoğu’da ve Asya’da ülkelerin kaderi ya fiili olarak sömürge olmaktan ya da hafızası boşaltılmış iddiaları elinden alınmış, zihnen sömürgeleştirilmekten geçti. Tarihte neredeyse kurduğu her devlet ile göğsüne “can” gibi yerleştirdiği “Kızıl Elma” ve “İ’layi Kelimetullah” ülküsü ile her daim imparatorluğa yürümüş olan bizim kaderimiz ise biraz daha farklı oldu. Bağımsızlık sonrası belirlenen “muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkmak” ilkesi, zamanla, hedefinden saptırılıp “Avrupalılaşma-Batılılaşma ”ya evrilince, hem kalkınma girişimlerinde hem de ruh dünyamızda büyük bir yol kazası yaşanmış oldu. Güneşin balçıkla sıvanamayacağını anlamak ülkenin üzerine kâbus gibi çöken bu güruha çok sonra nasip oldu. Zihnen iflas etmiş, medeniyetine yabancılaşmış ve hatta düşman olmuş bir halk “yaratılmak” istendi. Bu bizde “aydın” olarak isimlendirilen kesimin kaderi oldu. Oysa “Avrupalılaşma” Cemil Meriç’in ifadesi ile “bir iflasın ifadesi, bir inkâr çılgınlığı bir intihar kararı” idi. Şükür ki bizde bu çılgınlık sadece “aydın”larımızın süsü olarak kaldı. Bu asil milletimiz, büyük medeniyet geçmişinden özenle biriktirerek derin hafızasında sakladığı tarihi misyonunu hiçbir zaman unutmadı. Bir cümle ile belirtmek gerekirse 15 Temmuz gecesi bu halkın göstermiş olduğu duruş tam da bu misyonun vücut bulmuş halidir.
Şimdilerde eskinin sömürgeci akbabaları yaşlandı. Medeniyetlerini ve bütün değerlerini yiyerek tüketen bu akbabalar (ki hiçbir zaman gerçek bir medeniyetleri olmadı/merhametsiz medeniyet mi olurmuş) aç kalma tehlikesiyle yüzleşmek üzereler. Bütün zenginliklerini ve o parıltılı müreffeh dünyalarını sömürdükleri mazlum milletlerin kaynaklarına borçlu olan egemen güçler eski sömürge sistemlerini sil baştan formatlayıp, belki bir 100 yıl daha sorunsuz işler hale getirmek istiyorlar. “Büyük Great” (Büyük sıfırlama) dünyaya dayattıkları yeni planın adıdır.
Gelin görün ki dünya eski dünya değildir. Yaklaşık 100-150 yıldır iddiası, özgüveni elinden alınmak ve zihnen uyuşturulmak istenmiş milletimiz silkinip uyanmış, üzerinde oynanan kaba ve hoyratça oyunu fark etmiştir. Bu, kandan ve zulümden beslenen, temel olarak güce ve zulme dayanan küresel şebeke için hayati önemdedir. Onlar için dünya üzerinde en tehlikeli olan yeniden gücünü toplamış, iddialarına sahip çıkarak ayağa kalkmış olan Türkiye’nin meydan okumasıdır. Büyük davalar zor sınavlardan geçirilir. Zordur sınavı çünkü büyük meydan okumalar, bedeller ister. Tek ihtiyaç duyduğu küllenmiş ateşleri tutuşturup, ideallerini diri tutacak hız kesmeyen bir rüzgârdır. O rüzgâr, bu meydan okumaya zihni dünyasıyla ve yüreğiyle hâkim olan bir liderdir. Medeniyetimizin en zor zamanlarında ihtiyaç duyulan liderin ortaya çıkmış olması, ülkemiz ve insanlık için Allah’ın bir lütfu olmuştur.
Bu gün içerisinden geçtiğimiz süreçte dünyanın kulak kabarttığı çatışma alanı baştan sona ülkemizin içerisinde bulunduğu coğrafyadır. Ege’de, Akdeniz’de, Suriye ve Irak’ta yaşananlar aynı meydan okumanın yansımalarıdır. Bu yüzyılın en büyük hesaplaşmasıdır. Bu büyük hesaplaşmada şüphesiz en önemli gücümüz içeride oluşturacağımız inanç, ülkü ve hedef birlikteliğidir. Ülkemizin hedefleri etrafında ne kadar sağlam kenetlenirsek millet olarak devlet olarak bu hesaplaşmadan o kadar sağlam ve güçlenmiş çıkacağımız aşikârdır. Bu ülkenin her bir ferdi, bu kuşatmayı kırarak, daha güçlü Türkiye için fedakârlıktan ve gayretten kaçınmayacaktır. Onların sahaya sürdükleri terör örgütleriyle, ekonomik tetikçileriyle, gaflet içerisinde bocalayan işbirlikçileriyle yapacakları her saldırı, bu milletin imanı, inancı ve vatan sevgisi karşısında ezilmeye mahkûm olacaktır.
Sabredip bu kardeşinizin yazdıklarını buraya kadar okuyan dava arkadaşlarım, gönüldaşlarım; biliyoruz ki herkes bir şekilde kendi kişisel hikâyesini yaşar. Aslolan insanın neyi başardığı değil nasıl yaşadığıdır. Onun içindir ki bir Müslüman için vazife; sefer ve gayrettir. Menzil ve zaferse kaderdir.
27 Mart 1994 mahalli idareler seçiminden çok kısa bir süre sonra (yirmili yaşlarım, Refah Partisi Pelitli Beldesi gençlik kolları başkanı idim) Trabzon il başkanlığı binasında, o tarihte İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığını kazanmış olan Başkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ı misafir etmiştik. İlk kez orada el sıkıştığımız zamandan bugüne yaklaşık 30 yıldır hep aynı çizgide hep aynı yolda olduk. O, başımızı hiçbir zaman öne eğdirmedi. Her zaman haktan hakikatten yana oldu. Daha ilk gün söylediği “sessiz yığınların sesi olacağız” sözünü hiç unutmadı. Dünya mazlumlarının sessiz çığlıkları onun gür sesiyle dünyanın her köşesinde yankılandı. Dünyanın anlı şanlı liderlerinin, sözüne itiraz etmekten korkulan başkanların yüzlerine, zalimsiniz/katilsiniz demesi ve onlara meydan okuması esasında yukarıda uzunca anlatmaya çalıştığım büyük hesaplaşmanın görünen yüzüdür. Dostlarım, “Her nasip vaktine esirdir” diye güzel bir sözümüz var. Ve 2021 yılının, Şubat ayının on altısında, Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanımız olarak şereflendirdiği Ak Parti 7. Trabzon olağan kongresinde, İl Başkanımız sayın Dr. Sezgin Mumcu tarafından Ak Parti Trabzon İl Yönetim Kurulu Üyesi olarak görevlendirildim. Bu güne kadar olduğu gibi bundan sonra da kardeşliğinizi ve dostluğunuzu şahsımdan esirgemeyeceğinize inanıyorum. Her zaman ve zeminde Hak’tan ve hakikatten ayrılmadan bu kutlu davaya hizmet etmeye çalışmak temel inancım olacaktır. Destek ve yol göstericiliğiniz için şimdiden Allah razı olsun. Rabbim yardımcımız olsun. 18.02.2021